Mihrali Bey Destanı
Mihrali Bey Destanı Türküsü Hakkında Bilgiler:
Türkünün Dili: Türkçe
Türkünün Yöresi: Sivas
Türkünün Konusu: Ölüm
Kaynak Kişi - Derleyen: Beşir Sönmez, Nurettin Turgut, Mihrali Memilioğlu - Doğan KAYA
Yayımlayan - Yayın Organı: Doğan KAYA - Halkbilim Araştırmaları
Yılı: 2002
Türkünün Hikayesi:
Karapapak-Terekeme Türklerinden olan Mihrali, Tiflis vilayetinin Borçalı sancağına
bağlı Darvas Köyü’nde doğup büyümüştür. Babası Abdullah, dedesi ise Memili’dir. Asil
bir aileden olan Abdullah, Acem kızı ile evlenir. Ondan Mehmet Ali, ikinci hanımından da
İsa Bey, Mihrali Bey ve Ali Bey doğmuştur. Huri ve Keziban isminde iki de kızı vardır.
Daha, küçük yaşlarda ata binmeye, silah kullanmaya başlayan Mihrali, kısa boylu,
etine dolgun, kara yağız ve sevimli biridir. Genç yaşlardaki gözü pekliği, cesareti,
mertliği
ve çevikliği dillerde söylenir olur. Mihrali, on yedi yaşındayken babasını kaybeder.
Ruslar, Mihrali ve kardeşlerinin uğraşmalarına rağmen, Abdullah Ağa’nın Müslüman
mezarlığına gömülmesine izin vermez ve Karapapaklar’ın inançlarına, adetlerine ters
düşen bir usulle kendi mezarlıklarına gömerler. Civar köylerde bulunan Karapapaklar,
Çerkezler, Çeçenler, Lezgiler Darvas köyüne gelip başsağlığı diler.
Mihrali, o gece rüyasında babasını görür. Babası hiddetlidir. “Utanmıyor musun? Beni
o mezarlığa nasıl gömdürdün. Yazıklar olsun sana! Eğer benim naşımı bu kafirlerin içinde
korsan, hakkım haram olsun sana” der. Rüyanın etkisiyle aniden uyanan Mihrali,
yatağından fırlar. Babasının hayali gözünün önünden hiç gitmez. Kılıcını beline takar,
hançerlerini kuşağının arasına sokar, yanına kazma kürek alır ve yola çıkar. Vakit gece
yarısı olduğu için köy halkı derin uykudadır. Mihrali, doğruca mezarlığa gider. Kısa boylu
olmakla beraber, çevikliği sayesinde bir hamlede yüksek duvardan atlar. Nöbetçilere
görünmeden babasının mezarlığına gelir. Mezarı kazar ve babasını naşını çıkarır. Bir an
önce oradan uzaklaşmak için naşı omuzlar, koşar adımlarla mezarlıktan ayrılır. “Dur! Eller
yukarı!” sözüyle hareketsiz kalır. Nöbetçiler, naşı yere bırakmasını söyler. Mihrali
babasının naşını yere bırakır ve ani bir hareketle nöbetçilerin üzerine atılır. Dövüşmedeki
mahareti sayesinde de nöbetçileri öldürür. Mihrali, naşı tekrar omuzlayıp Müslüman
mezarlığına getirip defneder. Sabaha doğru evine döner. Olup biteni abisi İsa’ya ve
annesine anlatır. Kaçıp dağa çıkmaya karar verir. Bu olaydan kısa bir süre sonra Mihrali,
Keçeli Köyü’ne gider. Orada baba dostu Ahmet Ağanın evine misafir olur. Yaptıklarını
Ahmet Ağaya ve karısına anlatır. Bu arada gönül verdiği Bahar’ı da orada görür.
Mihrali’nin yaptığı olayı ertesi gün duymayan kalmaz. Bunun üzerine askerler, Tiflis
Valisi’nin emriyle Mihrali’nin köyünü arar ve köy halkından onun Keçeli‘ye gittiğini
öğrenir. Keçeli’de Ahmet Ağa’nın evini kuşatırlar. Mihrali, atına biner; mahmuz
vurmasıyla şaha kaldırır. İkinci mahmuzla yel gibi ahırdan fırlar, kapı önündeki iki askeri
tepeler. Kendini atının karnına gizleyip süratle oradan uzaklaşır. (Mihrali, atıcılıkta
olduğu
gibi binicilikte de çok ustadır. Hızla koşan atın karnından dolaştığı, atın sırtında ayakta
durduğu, amuda kalktığı ve bu haldeyken istediği hedefi vurduğu söylenir). Mihrali, gece
yarısından sonra evlerine gelir. Annesiyle vedalaşıp Darvas’tan uzaklaşır. O geceyi dağda
geçirir. Oradan da emin bir yer olduğunu düşündüğü İran’a geçer.
Tiflis Valisi, Mihrali’nin kaçtığını öğrenince deliye döner. Şehrin ileri gelenlerini
huzuruna çağırıp hakaret eder. Kumandanlar, askerleriyle etrafa yayılır, uğradıkları
köylerde, Türklere zulmeder. Bu olaylar yaşanırken, Dalaverli Mansur ve Tavşankuloğlu
Hüseyin dağlarda eşkıyalık yapmaktadır. Bütün bunlar Çar II. Aleksandr’ın (1855,1881)
kulağına gider. Türk eşkıyaların yakalanması için emir verir. Aramalara hız verilir. Keçeli
Köyü’nden Hacı Veli uzun süre izini kaybettiren Mihrali’nin İran’da olduğunu ihbar eder.
Tiflis valisi de bir mektupla bu durumu Çar II. Aleksandr’a bildirir. Çar, İran şahına bir
name yazarak Mihrali’nin yakalanıp gönderilmesini ister.
İran zaptiyeleri, Mihrali’nin bir handa kaldığını öğrenir ve oraya gider. Durumdan
şüphelenen Mihrali, handa bulunan atlardan birine atlayıp oradan uzaklaşır. Tekrar, Rus
topraklarına geçer. Evlerine gidip annesi ve kardeşleriyle görüşür. Abisi İsa, Mihrali’ye,
kendilerine baskı yaptıklarını, yalnız başına mücadele edemeyeceğini, Dalaverli Mansur ve
Tavşankuloğlu Hüseyin’le birlikte hareket etmesinin daha doğru olacağını söyler.
(Dalaverli Mansur, çobanına kızıp bıçakla öldürmekten; Tavşankuloğlu Hüseyin de zengin
bir Türk’ü yaralayıp Ruslara teslim olmadığından dağa çıkmıştır. Fakir olan Hüseyin,
gençliğinde aç kaldığı zamanlar, mal yayan çocukların ekmeklerini alıp; “Size tavşan
kulağı yaparım” diyerek sağından solundan yiyip karnını doyururmuş. Hüseyin’e bu
yüzden “Tavsankuloğlu” lakabı verilmiş).
Mihrali, ertesi gün bir çobanla Mansur’a ve Hüseyin’e haber gönderir ve onlarla
buluşur. Birlikte gezmeye başlarlar. Bir Rus öldüren Keleninoğlu Hüseyin de bunlara
katılır. Rusların Türklere yaptıkları zulüm karşısında, Mihrali ve arkadaşları Rus köylerine
dehşet saçar. Dördünün şöhreti günden güne yayılır. Her gün valiye şikayetler yağmaya
başlar. Durumdan haberdar olan Çar II. Aleksandr, devlet erkânı ile bir toplantı yapar ve
Dalaverli Mansur ve Tavşankuloğlu Hüseyin’in suçlarını affeder. Mihrali’yi yakalayanı
rütbe ve para ile ödüllendireceğini duyurur. Haberi alan Mansur ile Tavşankuloğlu
Hüseyin, gizlice anlaşır; valiye giderek teslim olur. Serbest bırakılan bu hainler, Darvas’a
gidip Mihrali’nin baba evini basar. Hatta Mansur, Mihrali’nin ağabeyi Mehmet Ali’yi
öldürür. (Bir söylentiye göre de karısını dağa kaldırır.) Bunu duyan Mihrali de Mansur’un
karısını dağa kaldırır ve çadıra hapseder. Kardeşi Ali’yi de nöbetçi koyar. Durumu öğrenen
Mansur, Mihrali ile teke tek karşılaşmaya cesaret edemez. Tiflis valisinin yanına çıkıp
ondan yardım ister. Vali, Mansur’un emrine beş yüz atlı verir. Aynı zamanda
Tavşankuloğlu Hüseyin’de Mansur’un kuvvetine yakın bir kuvvet tedarik eder. Dalaverli
Mansur, etraftaki Türk köylerini Mihrali’nin aleyhine kışkırtır. Mihrali’nin, karısını dağa
kaldırdığını, aynı şeyleri ileride kendilerine de yapabileceğini söyleyip köylüyü
ayaklandırır. Bütün bu gayretleri sonunda işe yarar. Mihrali’nin baba dostu Garip Ağa ve
Maraşlı Köyü’nden yedi kardeşin en büyüğü olan Musa Çavuş, Çerkezlerden çok sayıda
gönüllü toplayarak Mihrali’yi aramaya başlarlar.
Mihrali, bir ay sonra Mansur’un karısını evine bırakır. Bu süre içerisinde ona elini
dahi sürmemiştir. Mihrali, arkadaşlarına bir müddet dağılmalarını söyler. Kendisinin de
Osmanlı topraklarına geçeceğini belirtir. Keleninoğlu Hüseyin’in ısrarları karşısında
kendisiyle beraber gelmesini kabul eder. Keleninoğlu Hüseyin, babasıyla vedalaşmak için
köyüne gider. Hüseyin’in köye geldiğini gören bir Türk, Ruslara yaranmak için, Hüseyin’i
ihbar eder. Rus askerleri babasını çağırıp Hüseyin’in teslim olması için ikna etmesini
ister.
Aksi takdirde evi ateşe vereceklerini söylerler. Hüseyin, teslim olmaz. Evin üstündeki
otluğu ateşe verirler. Hüseyin boğulacak hale gelir. “Teslim ol” diye üstüne gelen babasını
bacağından hafif yaralar. Aksi takdirde, Ruslar babasını öldürecektir. Derhal dışarı çıkar
ve iki Rus askerini öldürür. Fakat başına isabet eden kurşunla cansız yere yığılır.
Keleninoğlu Hüseyin gibi bir yiğidin ölümü Mihrali’ye çok üzer. Hayatı boyunca, onun
mertliğinden bahseder. “Hüseyin, üçyüz, beşyüz atlıma bedeldi” der hep. Rusya’da daha
fazla kalamayacağını anlayan Mihrali, Osmanlı topraklarına geçip Çıldır’a gelir.
Mihrali’nin Osmanlı topraklarında olduğunu öğrene Çar, yakalanıp iade edilmesi için
Osmanlı Padişahı Sultan Abdulaziz’e (1861-1876) bir mektup yazar. O sırada sadarette
Mahmut Nedim Paşa vardır. Bu sadrazam zamanında Rusların bir dediği iki olmamıştır.
Padişah durumu sadrazamla görüşüp Mihrali’nin yakalanması için Erzurum valisine haber
gönderir. Birkaç defa sıkıştırılan Mihrali, hepsinden kurtulmayı başarır. Bu arada iki Türk
askerini öldürür. Her yerde arandığından tekrar Rusya’ya geçer. Mihrali’nin Rusya’da
olduğunu duyan Mansur, Tavşankuloğlu Hüseyin, Garip Ağa ve Musa Çavuş dört bir
taraftan takibe koyulurlar. Her birinin emrinde 400-500 kişilik atlı vardır. Bu gruplardan
Mihrali’ye ilk rastlayan Musa Çavuş olur. Mihrali, dinlenmekte iken gayri ihtiyari geriye
bakar. Musa Çavuş’u görür. Mihrali, peşini bırakması için yalvarır; aksi halde kendisini
öldürmek zorunda kalacağını söyler. Musa Çavuş ısrarla Mihrali’nin üstüne gider. Mihrali,
Musa Çavuş’u kılıcıyla yaralar ve oradan uzaklaşır. Atlıların bir kısmı Musa Çavuş’un
yanında kalır, diğerleri ise Mihrali’nin peşine düşer. Mihrali, atını hızla uçuruma doğru
sürer. Bir hamlede karşıya geçer. Arkasından gelenlerin bazıları, hızını alamayıp uçuruma
yuvarlanır. Bunu gören diğer atlılar durur. Mihrali, “Benim sizlerle işim yok. Peşimi
bırakın. Dilerim Musa Çavuş’a bir şey olmamıştır” der ve oradan uzaklaşır. Atlılar, Musa
Çavuş’u Maraşlı köyüne babasının yanına getirir. Fakat, yolda çok kan kaybettiği için
bütün müdahalelere rağmen kurtarılamaz ve ölür.
Mihrali, arada sırada köyüne uğrar yakınlarıyla görüşür. Bu arada Musa Çavuş’un
ölümü üzerine aramalara da hız verilir. Garip Ağa, Mihrali’yi düz bir arazide kıstırır ve
kovalamaca başlar. Bir an gelir ikisinin de atları yan yana koşmaya başlar. Garip Ağa,
Mihrali’nin teslim olmasını isterse de iknâ edemez. Kılıcıyla yaptığı hamlelerin tümünü
Mihrali savuşturur. Ekmeğini yediği bu baba dostuna, el kaldırmak istemez. Fakat, onun
kendisini öldürmek istemesi üzerine kılıcını çeker ve öyle bir hamle yapar ki, Garip
Ağa’nın sol bacağını dizinden koparır. Atlılar, takip etmek isteseler de Garip Ağa müsaade
etmez. Bunun üzerine Garip Ağa’yı köyüne getirirler. (Bir söylentiye göre de Mihrali bu
sırada Garip Ağayı öldürmüştür.)
Mihrali, gizlice annesiyle görüşür. Ona, Bahar’ı kaçıracağını söyler. Annesi oğlunu bu
fikrinden vazgeçirmeye çalışsa da başaramaz. Mihrali, Keçeli Köyü’ne gider ve Bahar’ı
kaçırır. Artık, yanında bir de kadın olduğu için durumu daha da zorlaşır. Bu yüzden,
Bahar’ı, kimi zamanlar güvendiği kişilerin yanına bırakır.
Bu arada Tavşankuloğlu Hüseyin, Mihrali’nin yerini öğrenir. Mihrali yanında Bahar
olduğu için kaçamaz. Tavşankuloğlu Hüseyin, arkalarından yetişir. Kılıcını vuracağı
sırada, Bahar, korunmak için sağ kolunu kaldırır. Kılıç Bahar’ın sağ elinden üç parmağını
koparır. İkinci kılıç darbesiyle Mihrali de başından yara alır. Can acısıyla geri döner.
Tüfeğini ateşlemek ister fakat tüfek ateş almaz. Atını mahmuzlar, Hüseyin’e yetişir.
Kılıcını sallar ama vuramaz. Kılıç atın kuyruğunu keser. Hüseyin’in kaçtığını gören
adamları da korkar ve geri döner. Mihrali, bir dere kıyısına iner. Bahar, Mihrali’nin
yarasını temizler. Tülbendini çıkarıp başını sarar. Yara derin olduğu halde, Mihrali aldırış
etmez. Atına biner, Bahar’ı emin bir yere bırakır; oradan ayrılır.
Mihrali, Osmanlı topraklarına geçer. Bir ihbar üzerine yarası iyileşmediği için
yakalanır. Gözlerini açtığında, kendini; elleri ve kolları zincire bağlanmış, Kars
hapishanesinde bulur. Hapishanedeki mahkumlardan sadece kendisinin elli kolu zincirlidir.
Bu arada Mihrali kendine gelir. Âşık Ahmet adında bir Türk, yanına gelip durumunu sorar.
Kısa bir sohbetten sonra da konuştuğu kişinin Mihrali olduğunu öğrenir. Mihrali, Âşık
Ahmet’ten hapishane hakkında bilgi alır. Birlikte kaçmaya karar verirler. Âşık Ahmet,
ziyarete gelen karısına tünel kazmak için bir şeyler getirmesini söyler. Karısı da her
gelişinde, eğe, çekiç ve benzeri eşyalar saklayıp peyderpey kocasına ulaştırır.
Yarası iltihap bağlamış ve çok bitkin bir durumda olan Mihrali, hapishane
arkadaşlarına zayıf bir yerden tünel açmalarını söyler. Mahkumlar, geceleri sessiz ve
gizlice kazmaya başlar. Tünelin ağzı, maalesef nöbetçilerin bulunduğu yere denk gelir.
Mihrali, son taşı çıkarmamalarını söyler. Bu arada, Mihrali’yi yaralı olduğundan sırtta
mahkemeye götürürler. Mahkemede idamına karar verilir. Kararla ilgili evrak, önce
Erzurum’daki temyiz divanına, sonra İstanbul Temyiz Mahkemesi’ne tasdike gönderilir;
Padişahın imzasına sunulur.
Mihrali ise zindana döndüğünde, mahkeme kararını arkadaşlarına söyler. Kaçacağını,
isteyenin de kendisiyle gelebileceğini söyler. Bir gece yarısı Âşık Ahmet’le birlikte
mahkumları ayaklandırır. Kan gövdeyi götürürken, Mihrali, kendisini duvara bağlayan
zincirleri keser, Âşık Ahmet’le önceden kazılmış olan tünele girer. Tünelin sonundaki son
taşı kaldırırlar. Mihrali, daracık delikten güçlükle çıkarken nöbetçi görür, kaçmasına
fırsat
vermeden süngüsünü Mihrali’nin bacağına saplar. Mihrali, süngüyü kavrar. Nöbetçi tüfeği
çektiğinde, süngü Mihrali’nin bacağında kalır. Mihrali, ani bir hareketle süngüyü çıkarır ve
nöbetçiye doğru fırlatır. Süngü, nöbetçinin gırtlağından girer ve cansız yere yığılır. Âşık
Ahmet, korkusundan tünelden çıkamaz ve zindana geri döner. Mihrali sürüne sürüne
zindanın karşısındaki tarlaya kendini atar. Tarlada, atlar için hazırlanmış otluğun içene
girer ve orada iki gece üç gündüz kalır.
Zindandaki ayaklanma önlendikten sonra, mahkumlar sayılır; Mihrali’nin kaçtığı
anlaşılır. Hemen, dört bir yana atlılar çıkarılır. Bütün aramalara rağmen, elleri boş döner.
Mihrali, üçüncü gece biraz kendine gelir. Ayakları hâlâ zincirle bağlıdır. Zincir çok kalın
olduğu için eğe ile kesemez. Bu halde, ata binemeyeceği için başka çare arar. Sonunda
topuğunu kesip demir bileklikleri çıkarmaya karar verir. Topuğunu kesmesiyle müthiş bir
acı duyar. Fakat buna da katlanır. Gömleğinden bir parça yırtıp topuğunu sarar. Başından,
dizinden ve topuğundan yaralı olan Mihrali, ellerindeki bileklikleri ise kesemez. Zira, kafi
miktarda yarası vardır.
Mihrali, saklandığı otluktan dışarı çıkar. Etrafı kolaçan eder ve bir çok atın bulunduğu
bir binadan içeri girer. Gözüne iyi bir at kestirir. Daha sonra başka bir atın sırtında
bulunan
ter keçesini çıkarıp, bineceği atın ayaklarına bağlar. Zira, zemin taş oluğu için ses
çıkarabilir. Mihrali ata atlar ve son sürat oradan uzaklaşır. Gece yarısı Maraşlı’ ya gelir.
İlk rastladığı evin kapısın vurur. Bu ev daha önce öldürdüğü Musa Çavuşun babasının
evidir. Mihrali’yi içeri alıp misafir ederler. Mihrali başından geçenleri anlatır. Yaşlı
adam,
Mihrali’ye ses çıkarmaz. Üstelik su ısıtıp bir tekne içinde yaralarını temizler, merhem
sürer
ve istirahatını temin eder. Çocuklarını başına toplar. Evlerinde Mihrali’nin olduğunu, böyle
mert birisine ölen kardeşlerinden dolayı kalleşlik etmemelerini söyleyerek onları ikna eder.
Bu arada Mihrali’nin çaldığı at damgalı olduğu için çocuklarına atı çok uzaklara bırakıp
dönmelerini söyler. Yaşlı adam sabah olunca oğullarıyla birlikte Mihrali’nin yanına gider.
Mihrali irkilir. Yaşlı adam, “Biz seni Musa Çavuş’un yerine koyduk. Sen de bundan böyle
benim oğlum sayılırsın” der. Mihrali’ye bir ay bakarlar. Gideceği zaman, iyi bir atla Musa
Çavuş’un kılıcını verip uğurlarlar.
Bu sırada 93 Harbi patlak verir (1877-1878). Osmanlı hem kuzeybatıda hem de
doğuda Ruslarla savaşır. Doğuda Rus ordusunun başında Loris Meliko, Osmanlı
ordusunun başında da Ahmet Muhtar Paşa vardır. Mihrali, adamlarını yanına alır. Ruslar,
bu belalı Karapapak ile baş edemeyeceklerini anlayınca, “Orduya hizmet” şartıyla bağışlar.
Mihrali ise Kars kumandanı Hüseyin Hami Paşaya gizlice haber göndererek, affedilirse
Osmanlı safında mücadele edeceğini bildirir. Mihrali’nin bu teklifi kabul edilir. Beri
taraftan, Dalavarlı Mansur (muhtemelen albay) ve Tavşankuloğlu Hüseyin (muhtemelen
binbaşı) üst rütbelerdedir. Maalesef Karapapak olmalarına rağmen Osmanlılara karşı
savaşırlar. Mihrali, kuvvetleriyle Çıldır’a gelir. Yanına kardeşi Ali Bey’i de almıştır.
kendisine binbaşılık, Ali Bey’e de Mülazımlık rütbesi verilir. Mihrali bir gün
Tavşankuloğlu Hüseyin’den bir mektup alır. Hüseyin, Mansur’la arasının açıldığını, isterse
emrine girebileceğini yazmıştır. Mihrali, kabul eder. Böylece Tavşankuloğlu Hüseyin de
Osmanlı tarafına iltica eder. Ona da binbaşılık rütbesi verilir.
93 Harbinin Temmuz-Ağustos aylarında, muharebe iyice kızışır. Mihrali, Kars’ın
Göle cihetinde, kendinden en az on misli bir kuvvetle karşılaşır. Mihrali, tüfek ve kılıçla
taarruz emrini verir. Saldırı anında, Mihrali’nin atı, göğsünden bir kurşun alır ve yere
kapanır. Mihrali, üç-dört metre ileriye düşerken parende atıp iki ayağı üstüne kalkar. Aynı
anda tüfeğini ateşleyerek atını vuran askeri, alnından vurur. Kendisine yaklaşan bir askeri
de kılıcıyla bertaraf ettikten sonra onun atına atlar, düşman saflarına dalar. Askerler bir
müddet sonra kaçmaya başlar. Çemberi yaran Mihrali, önüne çıkan düşmanı tepeleyip, on
dört bakkaliye erzakla birlikte Kars Kalesine döner. Kaleyi dıştan kuşatan askerlerin de
çemberini yarıp kaleye girer. Haftalardır, aç susuz kalan askerler, gelen malzemeleri
görüce bayram eder. Haberi alan Anadolu Harp Ordusu Başkumandanı Ahmet Muhtar
Paşa, Mihrali’yi tebrik ve taltif eder. Fakat, bu kuru erzak, askere kafi gelmez. Aylardır
ete
hasret olduklarından hepsi de bitkin düşmüştür. Hatta bu yüzden, Ahmet Muhtar Paşa geri
çekilmeyi düşünmektedir. Bunu duyan Mihrali, Ahmet Muhtar Paşa’nın yanına gider,
kararından vazgeçmesini söyler. Güvendiği adamları yanına alarak, düşman sınırından
içeri girer. Yüz elli kadar at ile ahırlardan binin üstünde koyun çıkarıp Muhtar Paşa’ya
getirir. Paşanın sevinçten gözleri yaşarır. Sonuçta, Kars muhasaradan kurtulur. Ahmet
Muhtar Paşa, bunun üzerine Mihrali’yi çekilen Rus ordusunun üstüne gönderir. Mihrali,
Göle nahiyesinin Demirkapı Köyü’nde bir alay düşman süvarisini kaçırır. Karşısına başka
bir alay çıkar. Zekası sayesinde bunları da alt eder: Kendisi güya kaçıyormuş gibi yapar.
On misli düşman da kovalamaya başlar pusudaki seksen askeri, bunlara ateş ederek peş
peşe iki bölüğü dağıtır. Mihrali de aniden dönerek bunlara destek olur. Planın ustalığı
sayesinde iki şehit, dört yaralıya karşı yüzden fazla ceset ile düşmanı bozguna uğratır.
Paşanın sonsuz güvenini kazanan Mihrali, bu sefer Gümrü-Tiflis yolu üzerinden
Ağbulak ve Parmaksızköprü’deki askeri mevkilere ait telgraf tellerini kesmeye memur
edilir. Mihrali, 130 kadar süvarisiyle sekiz gün boyunca erzak kollarını vurur, telgraf
tellerini keser, müfrezeleri tepeler, düşmanı çaresiz ve kımıldayamaz bir hale getirir.
Düşmanın yetmişe yakın can kaybının yanında, kendisi dört şehit ve sekiz yaralı ile döner.
Ahmet Muhtar Paşa’nın Mihrali’nin bu kahramanlıklarını payitahta bildirmesi sonucu,
Mihrali’ye II. Abdülhamit tarafından ilk Mecidiye Nişanı verilir (1876-1909). Mihrali,
daha sonra paşadan izin alarak, Rus sınırından içeri girer. Köyü Darvas’a gelir. Akrabasını
ve diğer Karapapakları toplayarak Osmanlı topraklarına göç eder. Kafilede kardeşi İsa
Bey, karısı Bahar, kardeşi Mehmet Ali’nin oğlu Rüstem, kundaktaki oğlu Rüştü de vardır.
Mihrali; “Belki ses çıkarır” diye oğlu Rüştü’yü, bir çalının dibine bırakır. Bahar Hanım
ağlar. Görümcesi Huri Hanım kara ve soğuğa aldırış etmeyerek hemen atını geri çevirir,
çalının dibinden Rüştü’yü alır, kafile sınırı geçmek üzereyken onlara yetişir.
Mihrali, daha sona Erzurum Müdafaasında yer alır. Aziziye baskınından sonra,
düşman, dört alayla, Erzurum’u batıdan çevirmek ister. Muhtar Paşa, bunların üstüne üçdört
yüz süvari gönderir. Mihrali, bu cenkte ağır yara alır. 12 Aralık 1877’de Ahmet
Muhtar Paşa İstanbul’a çağrılır. Paşanın gitmesiyle Mihrali de kafilesiyle Sivas’a doğru yol
alır. Mihrali, Sivas’ta Ulaş bucağına bağlı bugünkü Acıyurt Köyü toprağına gelir.
Karapapaklar da çevrede kendilerine yer bulur. Mihrali Bey, bugünkü Konak (Acıyurt
mezrası)’ta mesken tutar. Acıyurt, halkı tarafından “Büyük Köy, Papaklı Köyü, Mihrali
Bey’in Köyü” gibi adlarla anılır. Tavşankuloğlu Hüseyin Kuşkayası Köyü’ne yerleşir.
Bugün Kangal, Uzunyayla civarında 30-40 tane Karapapak köyü vardır. Buralara
yerleşirken devlet herhangi bir güçlük çıkarmamıştır. Zira, II. Abdülhamit’in emriyle
Mihrali, Sivas’ta 40. Hamidiye Süvari Alayını kurar.
Göçten on iki yıl sonra (1899) Kurt İsmail Paşa, Mihrali Bey’in yanına gelir.
Bağdat’ta amansız bir eşkıyanın olduğunu, Arapları, Osmanlılar aleyhine kışkırttığını
söyler. Mihrali Bey, bunun üzerine atlılarını toplar, Kurt İsmail Paşa ile Bağdat’a gider.
Bağdat valisi Mehmet Fazıl Paşa, bunlara izzet ikramda bulunur. Mihrali, eşkıyaya teslim
olması için haber gönderir.Kendilerine bir şey yapmayacaklarına dair şeref sözü verir.
Bunun üzerine eşkıya teslim olur. Daha sonra Mihrali, Kurt İsmail Paşa ile geri döner. Bu
olaydan sonra Mihrali’nin ünü daha da yayılır.
Bir gün, beyler ve ağalar Kangal’da sohbet ederken, Kangal kaymakamı içeri girer.
Herkes ayağa kalkar yalnız Mihrali kalkmaz. Kaymakam, hiddetlenir. Mihrali de gazaba
gelip, Kaymakam’ı döver. “Sen kim oluyorsun da bana ayağa kalk diyorsun? Seni çaycı
çırağı seni” der. Buna fazlasıyla içerleyen vali, durumu Sultan Abdülhamit’e bildirir.
Sultan da; “Bir adamı bana çok mu gördünüz? O, benim aslanımdır.” diye haber gönderir.
Mihrali ile valinin arasına açılmasına başka bir olay daha sebep olmuştur. Bir at yarışında,
Mihrali’nin Karakütük adlı atı da vardı. Yalnız bu atın bir özelliği vardı. Silah atılmadan,
silah sesi duymadan iyi koşamaz. Vali bunu bildiği için silah atılmasını istemez. İki taraf
da analaşır. Yarış başlar. Karakütük hep geride kalır. Kuşkayası Köyü’nden Karapapak
Çopur Ali, buna tahammül edemez. “Mihrali’nin atı olsun da geride kalsın bu ne
demektir?” diyerek silahını ateşler. Sonuçta Karakütük birinci olur. Vali, bunu Mihrali’nin
planı olarak düşünür. (Mihrali, sporların yaşamasına yardımcı olur. Barındırdığı
pehlivanlardan Siciminoğlu’nun sırtını o devirde kimse yere getirememiştir. Bu pehlivanı
uyurken kalleşlikle öldürmüşlerdir).
Bu sırada, Yemen isyanı baş gösterir. Bilhassa İngilizlerin teşvikiyle Osmanlı’ya sık
sık isyan bayrağı açan Araplar, gün geçtikçe işi azıtırlar. Mihrali’yi çekemeyen vali “ Bu
isyanı bastırsa bastırsa Mihrali bastırır” diye Abdülhamit’e haber gönderir. Niyeti, Mihrali
belasından kurtulmaktır. Padişah, “Dilerse gider, dilemezse gitmez. Ben, onu her şeyde
serbest bıraktım” diye haber yollar. Durum Mihrali’ye bildirildiğinde; “Gitmem” demeyi
yiğitliğine yediremez“ Oralar sıcaktır, sıcağına dayanamazsınız” diye vazgeçirmeye
çalışırlar. Mihrali, geri dönmeyi gururuna yediremez. Yola çıkar ve bir zaman sonra
Yemen’e varır. Yanındaki kardeşi bu sırada yüzbaşıdır. Kimsenin baş edemediği bir
eşkıya iken sonradan büyük bir vatansever olup vatana olmadık hizmetler yapan bu destan
kahramanı Mihrali, Yemen’in sıcağına dayanamaz, hastalanır ve orada ölür. Atlılarından
çoğu da telef olur. Ancak, üç-beş kişi geri döner. Mihrali’nin kardeşi Ali Bey ise Yemen
dönüşü gemide öldürülür. Bir söylentiye göre Sivas’taki Karapapakların lideri olmak için
Ali Bey’i, Tavşankuloğlu Hüseyin öldürmüştür. Mihrali Bey’in oğlu Rüştü Bey ise
1932’de vefat etmiştir.
Türkünün Sözleri:
Osmanlı da ona yağılık etti
Yaralı aslanı kalaya attı
Kıymetin bilmedi kötülük etti
Kars’ın kalasını yardı Mihrali
Berat aldı Padişahın elinden
Gece aştı Kabaktepe belinden
Gümür’ü Tiflis kan ağladı elinden
Gürcistan’a talan saldı Mihrali
Muhtar Paşa divanına sesledi
Nişan verdi şân şerefin süsledi
Ganimetle orduları besledi
Şikârın yanına kaldı Mihrali
Tülü Musa çok hıyanet eyledi
Kâmil gizli sırlarımız söyledi
Mansur Latif Karapapak beyleri
Osmanlı’ya arka daldı Mihrali
Sürü sürü koyunları geçirdi
Yılkı çekip atlarını aşırdı
Kafkasya’dan beri sürdü getirdi
Urusya’dan çok baç aldı Mihrali