(Ölmem Mi) Bu Gün İçin Mi Verdin Bu Bedeni
(Ölmem Mi) Bu Gün İçin Mi Verdin Bu Bedeni Türküsü Hakkında Bilgiler:
Türkünün Dili: Türkçe
Türkünün Yöresi: Şanlıurfa
Türkünün Konusu: Ölüm
Kaynak Kişi - Derleyen: Arif ÇELİK, Hanifi DÜŞMEZ, Urfalı Memo (Mehmet Karakaş) - Merdan GÜVEN
Türkünün Hikayesi: ürkülerin ölümü yakındır... Çok geçmez türküler de tarihin tozlu sayfaları arasındaki yerini alır. Bugün çalınıp söylenen türkülerin geçmişi çok eski. Bir türkünün belki yüz belki üç yüz belki de bin yıllık bir geçmişi var... Günümüz dünyasında ne türkü yakılıyor, ne de türkü yakılacak olaylar meydana geliyor. Onun içindir ki, artık türkülerinde sonu geldi; nesilleri tükenmek üzeredir, diyen kişileri çok duyduk... Bunu diyenler "Zaten halk şiiri de artık yok. O da Âşık Veysel ile sona erdi" diyorlardı. Halbuki Mahsunî Şerifler, Âşık Yaşar Reyhanîler, Abdurrahim Karakoçlar ve daha nice halk ozanları, adeta bu sözleri söyleyenlere inat edercesine halk şiirinde, eşsiz güzelliğe sahip eserler meydana getirdiler. Hatta zamana ve mekâna meydan okurcasına bugün bile toplumun her kesimi tarafından benimsenen, sevilen ve dilden dile söylenen çok güzel türküler yakılmaktadır... Daha da ilginç olanı bu toplumda, üzerine türküler yakılacak, övgüler dizilecek sayısız olaylar meydana gelmektedir. İşte bu olaylardan birisi de Urfa civarında meydana gelmiş... Türklerde, tarihi çok eskilere dayanan bir adet vardır. Bu adet Türkler, Müslüman olmadan çok önceleri de mevcutmuş. Bu âdete göre, büyük kardeş (ağabey) ölünce, onun hanımı, ağabeyin genellikle küçük bazen de büyük kardeşiyle evlendirilirmiş. Tabii bu evlilik zorla olmazmış. Törelerin bir gereği olarak hem dul kalan gelinin hem de küçük kardeşin rızası alınarak yapılırmış (Biraz da mecburi bir rıza olurmaymış bu). Her iki taraf da razı olmasalar bile bu bir gelenek olduğu için onlar da bu töreye karşı gelemez ve sonucu kabullenirlermiş. Bu töre çok eski devirlerden beri azalsa da yaşamaya devam etmiştir. Ağabeyin küçük çocuklarının babasızlık çekmemesi ve öksüz kalmaması için bu eski töre uygulanırmış. Dul kalan yenge ölen kardeşin genellikle küçüğü, bazen de büyüğüyle evlendirilirmiş. Türkler Müslüman olmadan önce uygulanan bu töre, daha sora müslüman olan Türkler tarafından da “İslama aykırı değildir,” düşüncesiyle yaşatılmaya hâlâ devam etmektedir. Günümüzde bu adetin yaşamasının ne derece doğru olduğu ayrı bir bakış açısı ama bu törenin uygulandığı bir olay üzerine Şanlı Urfa’da işte bir içli türkü yakılmış... Bundan onbeş, yirmi yıl önce yani 1970-75 li yıllarda Urfa yeni yeni gelişmeye başlamış bir şehir. Şehirde büyük apartmanlar, çarşılar, iş hanları yapılıyor. Şehrin etrafında da sulama kanalları yapılıyor, yollar açılıp, dağlar tepeler dinamitlerle yarılıyor. Fahrettin adında birisi de bir şirketin arabasıyla taş çekiyor, çakıl çekiyor. Şirketin arabasında şoförlük yapıyor. Fahrettin, evli ve üç çoçuk babasıdır. Şantiyede yıkım için dinamit patlatılmaktadır. Patlama sırasında gelen bir taş Fahrettin'in başına düşer ve Fahrettin orada can verir. Aradan birkaç ay geçer. Fahrettin'in babası torunlarına her baktığında oğlunu hatırlar. Her bir torununun bir tarafı oğlu Fahrettin'e benzemektedir. Kiminin gözü, kiminin yüzü, kiminin de saçı büyük oğulu hatırlatır yaşlı babaya. Onu her hatırladığında gözyaşlarını tutamaz ve sakalı ıslanana kadar ağlar. Bir gün yine böyle için için ağladıktan sonra düşünür ve kendi kendine: "Oğlumu kaybettim; bari gelinimi kaybetmeyeyim; en iyisi Fahrettin'in hanımını küçük oğlumla evlendireyim; hiç olmazsa torunlarımı baba şefkatinden mahrum etmemiş oluruz. Nasıl olsa amca da baba yarısı sayılır, böylece çocuklar babasızlıklarını hissetmezler." der… Gelinine bir gün bu fikrini açıklar. Gelin, gideceği başka bir yer olmadığı için ve töre de bunu gerektirdiği için ses çıkaramaz. Meseleyi yengesiyle evlenecek olan küçük oğluna bir gün çıtlatır. Oğlan biraz da okur yazar olduğu için babasının düşüncesine ve töreye karşı çıkar. Ama baba “Nuh der de peygamber demez” diretir; töreye bağlılığını sürdürür. Bir gün bütün eş dost ve aile yakınlarını çağırarak nikâhın kıyılmasını ister. Bu sıralarda yengesiyle evlendirilecek olan oğlan, arkadaşı ve sırdaşı Arif'e derdini ağlaya ağlaya anlatır. Arif ozan ruhlu bir dost olduğu için sazını da yanına alarak nikâhın kıyılacağı eve gidip cemaatin toplandığı odaya girer. Cemaate selam verdikten sonra çekilip bir kenara oturur. Söz sohbet edilip evlilik konusunda fikirler söylenip tartışılırken Arif de bir söz hakkı isteyerek sazını eline alır ve başlar "Ölmem Mi" türküsünü okumaya. Odadaki herkes büyük bir hüzün içinde bu içli türküyü dinler ve orada bulunanlardan birçoğu kendisini tutamayarak ağlar. Bunun üzerine gözyaşlarını yüreğine akıtan Fahrettin'in babası ayağa kalkar ve gelenlere, "Ey cemaat, ben bir hata ettim ve bu nikâhın yapılmasından da vazgeçtim." deyip ağlayarak odayı terk eder. Daha sonra oğlu Arif de başını alarak Urfa'yı terk eder. Bir daha geri gelmez. Böylece töre gereği yapılacak yanlış bir evlilik bu türkünün etkisiyle engellenmiş olur.
Türkünün Sözleri:
Ölmem mi beni daşlara vurun
Tabıda kanım sürün
Aynı tabıt içinde
Gardaşıma götürün
Bögün için mi verdin bu bedeni
Bu vicdan mı insanlık mı töre mi
Ne zalım adetimiz varmış, Yarabbi
Miras kavlettiler biye yengemi (of, of,...)
NAKARAT
Fark eder mi ha yengemmiş ha bacım
Yatağıyda nasıl yatım gardaşın
Ben kimin bi behdi kara var mıdır
Töre imiş yengemi alacahmışam (vay, vay...)
NAKARAT
Bu cemaat eşim dostum gitmesin
İmam burda babam şahitlik etsin
Bacım dediğim yengemin yerine
Nikahım mezar taşına kıyılsın (ah, ah...).
Türkü: