Bir Haber Geldi De Telli Senem'den



Bir Haber Geldi De Telli Senem'den Türküsü Hakkında Bilgiler:

Türkünün Dili: Türkçe

Türkünün Yöresi: Kahramanmaraş

Türkünün Konusu: Sevda

Kaynak Kişi - Derleyen: Âşık YENER - Erkan KÂMİL

Yayımlayan - Yayın Organı: Erkan Kâmil - Türk Folklor Araştırmaları

Yayın Yılı: 1977

Türkünün Hikayesi: Her biri, bilinmez birer mezar şimdi. Mezar taşları ürpertir, ürkütür insanları. Ama beni, o hassas o bir melteme dayanamayacak kadar naif vücutların, yüreklerin çektikleri katlandıkları ve yaşadıkları dillere destan ateş dolu, acı dolu hayatları daha çok ürpertmiştir hep. “Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demiş ozan. Demiş ya! Ne yürekten demiş, ne doğru demiş. Anadolu’m benim. Günde bin güzellik görüp, birine vurulduğumuz, gam ile dert ile yoğurduğumuz, gök gözlü, güneş yüzlü, derin sözlü, yanık özlü, ekmeğini el ile paylaşan, çarşambasını sel alan, sevdiklerini el alan, kor yürekli, demir bilekli, başı bulutlarda yiğitlerin, vefalı, sadık, vefakar, örük saçlı, uzun boylu apalakların, tor sunaların, toraşanların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların, efsanelerin, lav gibi fışkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağıtların, diz boyu çimenlerin, mor yaylaların, ağaların, beylerin, ozanların, kahramanların ve dillere destan aşıkların diyarı Anadolum. Kerem ile Aslı’sı var, Ferhat ile Şirin’i var, Leyla ile Mecnun’u var, Elif ile Mahmut’u, Sürmeli Bey’i, Şah İsmail’i, Sümmani’si var. Dil hangi birine döner, yürek hangi birinin yüküne katlanır ve kalem hangi birini yazabilir, yazıp baş edebilir. İşte Senem ile Yazıcıoğlu da bu yürek yangınlarını ömür boyu çekmiş binlerce kor yığınından ikisi. Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökçe gelinler ve koç yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp, güneşin kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti. Günlerdir at üstündeki aşiret mensupları yorulmuşlar, bunalmışlardı; ama yol bitmiş, koca Tanır’ın hemen yanı başındaki konak yeri Yapalak görünmüştü. Akşamüstü yaylaya ulaşınca kervanın en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir Yörük beyi sıçrayıp indi. Arkasında uzanan kervana dur etti ve bağırdı. “Konak yerimiz buradır. Atlar bağlana, denkler çözüle tez elden çadırlar kurula Allah hayreyleye” dedi. Yiğitler atlarından, gelinler tülü mayalarından sıçrayıp indiler. Birkaç genç kadın, Yörük beyinin indiği devenin yedeğindeki al bir attan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup indirdiler yere. Altına kilim serildi. Üstüne gölgelik çekildi hemen. Bağdaş kurup oturdu genç Yörük kızı yere. Omzunun bir ucundan bir ucuna fişeklik çevriliydi. Belinde gümüş saplı bir hançer takılıydı. İran ipeğindendi tüm giysileri. Samur saçları, başındaki yeşil berenin içinde toplanmış, kenarlarından taşmıştı. Uzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakışlı, bakanların bir daha baktığı, görenlerin yüreklerini yaktığı bir ahuydu bu. Ne Tanır, ne Binboğalar ne de bu küçük Yapalak yaylası, böyle bir güzele çadır açmamış, böyle bir ceylana rastlamamıştı. Yayla böyle bir güzel görmemişti. Tez elden çadırlar kuruldu. Atlar kuzular koyunlar çayıra salındı. Beyin siyah çadırdan geniş obası kuruldu. Tüfekler, sazlar asıldı çadır direklerine. Ay orta yere gelip dolandı. Mehtap bir uçtan bir uca ışığa boğdu Yapalağı. Yörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini. Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır’a Yörüklerin gelip yerleştikleri. Adettendi, yerli halk gider hoş geldiniz derlerdi. Birkaç ay kalıp sonra gidecek olan bu göçebe Yörüklerle kardeş gibi geçinirlerdi. Hoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdi. Ağa yanına bölge büyüklerini toplar, kadınını yanına alır, gider yeni misafirleriyle tanış olurdu. Yine öyle oldu. Tanır’ın şanlı beyi Yazıcıoğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarına da oğlu Osman’ı katıp hoş geldine gönderdi Yörük içine. Atlayıp atlarına, vardılar Yapalak yaylasına yerliler. Yörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleri. Koşup ağalarına haber verdiler. Kara çadırından önce ak saçlı Yörük beyi, ardından o ahu gözlü, fidan boylu ceren çıktı. Bir hançer gibi dikildi karşılarına. Başı yukarda iki eli böğründe, daha buyurun diyemeden, ziyaretçilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, yanık yüzlü, çınar gibi heybetli yeni yetme Osman’a takıldı gözleri. Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu bakışlar. ”Buyurun” dedi Yörük Bey’i, “İnin hele” . Yanında hâlâ, yere saplı bir hançer gibi duran kızına döndü. “Senem” dedi: Atı tut kızım.” Koştu Senem adetleri gereğince, gelen kafilenin Beyi ile hanım ağasının atının yularına sarıldı. Kadın da Osman’da sıçrayıp indiler atlarından. Tam kafile Yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdular. Hoş geldiniz edildi. Kahveler, katıklar içildi, konuşulup tanışıldı. Ama iki gencin aklı ve gözleri bir an bile ayrılmadı birbirinden. İşte diyordu Senem! Kendimi kollarına teslim edebileceğim, erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğit... Yazıcıoğlu Osman Ağa, babam evine eşim diye götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım, bir ahu diyordu kendi kendine. Akşama kadar kalındı Yörük yaylasında. Geniş sofralar yayıldı yere, koyunlar kızartıldı, katıklar serildi, yenildi içildi. Ama ne Senem ne de Osman Ağa bir kere bile uzanmadılar sofraya. İçlerine birden bire düşen bir kor yığını ile yanıp tutuşup bakıp durdular birbirlerine. Akşam Yörüklerden ayrılıp Tanır’a doğru yola çıktıkları zaman, Osman yüreğinden bir parçanın Yapalakta kaldığını hissetti. Senem yüreğinden bir parçanın kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildiğini sandı. Günler akıp geçti. Ne Senem ne de Osman unutamadılar birbirlerini. Bir bahane bulup yeniden gidemedi Osman Yörük çadırına. Senem obadan dışarıya ayak atamadı. Ama seven yürek nelere kadir değil ki, her şeyin çaresi bulundu. Bir Yörük kadını yardım etti bey kızına. Bey oğlu her gece atlayıp atına Senem’e koştu ay ışığında. Her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri, daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine. Sevda bu.. Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür adamı. Senem ile Osman da aynı ateşle yanıp kavruldular. Senem seviyordu ama çaresizdi. Biliyordu ki babası obadan dışarı kız vermezdi. Osman biliyordu ki bir Yörük kızını evine gelin almaz babası. Töreler böyleydi. “Kaçalım” dediler bir gün. “Yok” dedi Senem, “Ben bu sevda ateşiyle yanarım da kaçmam, kaçıp yere yıkmam başını babamın”. Başka çare gerek... Kaideleri yıkacak, iki sevdalıyı birbirine kavuşturacak, Yörük beyini ikna edecek bir dünür kafilesi gerek. Bir yiğit sararıp solar erir gider de, bir bey kadını hatun anası hissetmez mi? Sordular Osman’ın derdini. Anlattı Osman... Bir tek oğlunun derdine çare bulmak, onu bu dertten bu acıdan kurtarabilmek için kaideleri bir bir yıktı babası. Etraf çevrelerden ağalar toplandı. Dünür kafilesi ve hediyeler hazırlanıp varıldı Yörük ağasına. Bir sevinç bir umut düştü içine Senem’in, bir sevinç doldurdu içini Osman Ağa’nın. Ne kaldı ki aha bugün olsa yarın kavuşuverirler. Birbirlerine yakışan nazarlık bir çift olurlar. Allah'ın emriyle dediler kızını istediler. Allah yazdıysa biz ne edek, velakin obamızın kanunları vardır. İhtiyarlarımıza soralım, bir kaç gün izin verin düşünelim, iletiriz kararımızı. İsteriz ki kızımız oğlunuza kurban ola, böyle bir beyin gelini ola. Umut içinde döndü dünür kafilesi. Bir yangın düştü içine Yörük beyinin. Ama ölür de törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdi. Fakat bu çevrenin en güçlü adamı dünür geliyor.Vermez ise basarlar obayı alır kaçırırlar kızı. Onlar basmadan biz kaçmalıyız dedi oba yaşlılarına. Hemen o gece çadırlar söküldü, sürü toplandı, kervan hazırlandı. Ve Senem, içi kan ağlayarak bir ölüden farksız, tüm oba yiğitlerinin arasında çekilip gittiler Yapalaktan. Ertesi gün tüm Tanırlılar boş buldular yaylayı. Bin yerinden hançerlenmiş gibi inledi yıkıldı, bir ölüden farksız oldu Osman. Her yana haberler salındı, sözcüler gönderildi. Aylar yıllar sürdü bu arayış. Ama ne Yörük kervanının izine rastlandı, ne de Senem’den bir haber alındı. Yıllar geçti aradan yandı yıkıldı Osman, ama Senem’den bir haber alamadı. Talihi her gün biraz daha karardı. Bir düğünde bir gözünü kaybetti, değen saçmalarla. Anası babası öldü. Bir ayağı sakat kaldı Osman’ın... Günler yel gibi geldi geçti. Onun içindeki yangın geçmedi... Unutamadı Senem’i. On yıl, yirmi yıl, elli yıl, atmış yıl geçti, bir haber gelmedi Senem’den. Sonra bir yaz günü evinin önünde oturup torunlarıyla oynarken; köyün çerçicisi bir ermeni vardı. O geldi koşarak yanına. “Ağam”dedi! “Ağam kurban olam haberler ki ne haberler!. Desem yıkılır mısın yoksa sevinir misin. Eski bir yaraya tuz mu atarım.” “Anlat” dedi Yazıcıoğlu. “Anlat hele ne istersin. Haberin hayırlıysa tarla veririm, değilse çek git.” “Kozan’daydım” dedi Ermeni çerçi, “Mal satardım. Açmış oturmuştum metamı, buğday almış kumaş verirdim. İki büklüm bir ihtiyar geldi yanıma. Saçları ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadın. Oğul dedi nerelisin. Tanırlıyım ana dedim. Osman Ağa’yı bilir misin dedi. Bilirim elbet dedim. İnsan köyünün ağasını bilmez mi?” Kuşağından bir çıkını çıkarttı. Aha bu altını elime tutuşturup, Osman Ağa’ya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdir. Kimseye yar olmamıştır. Bir yayla kızı gibi sevmiş bir yayla kızı gibi sadık kalmıştır de, ama gayrı her şey geçti, gelip aramaya, arayıp sormaya de. Ağam selam yerde kalmazmış getirdim sana, gayrı sen bilirsin dedi Ermeni çerçi. Yüreğinde yetmiş yıl evvelin koru yeniden yandı Osman Ağanın... İçine kaynar bir şey aktı... Altınlar tarlalar verdi ermeni çerçiye... At hazırlattı, yanında iki adam düştü kozanın yoluna. Osman Ağa Senem’le buluştu mu bunu bilmiyoruz ama, Maraş'ta Tanır da. Toros'larda, Avşar illerinde ne zaman bir düğün kurulsa; önce Osman Ağa’nın aldığı haberden sonra söylediği türküyü söyler kadınlar erkekler. Yankılanır Torosların Binboğaların ötesine doğru yanık bir ses, yanık bir yürek. Nerede bir gece toplantısı olsa, yaşlılar gençlere Senem ile Yazıcıoğlu Osman Ağa’nın sevdalarını anlatırlar bir bir. Neden bilmem bugüne kadar TRT arşivlerine bile girmemiş, ama milyonların malı olmuş, yürek yangını olmuş bu türkü....

Türkünün Sözleri:

Bir haber geldi de telli Senem’den
Deli gönlüm şâd olmaya başladı
Akmaz iken köp pınarın ayağı
Suyu geldi çağlamaya başladı

Aşkın cezvesi de ocakta kaynar
Durmaz deli gönül meydanda oynar
Ermeni, dillerin şekerler söyler
Tatlı tatlı söz olmaya başladı

Senem’in giydiği ipekli sarı
Ölmeden yüzünü göreydim bari
Yıkık değirmenin bozuk çark evi
Suyu geldi çağlamaya başladı

Hele bakın şu Senem’in işine
Neler gelmiş sevdiğimin başına
Senem değmiş seksen doksan yaşına
Benimki de yüz olmaya başladı

Görünüyor Binboğa’nın illeri
Gırcı boran aşılmıyor belleri
Yazıc’oğlum Şereflinin beyleri
Koca Tanır yaz olmaya başladı

Tesadüf bu ya, hikâyeyi biliyordum, ama tam bilmezdim bu türküyü. Hikâyeyi de türküyü de, Osman Ağa’nın torunu Âşık Yener’den dinlemek nasip oldu. Şöyle bitirdi hikâyesini Maraşlı Aşık Yener:

Âşık Yener geçmez oldu modamız
Ele kaldı beyler konan obamız
Yazıc’oğlu Osman Ağa dedemiz
Şimdi kimse bilmiyorsa neyleyim.


Türkü:

Copyright © 2023 Tüm hakları saklıdır.