Taşa Verdim Yanımı



Taşa Verdim Yanımı Türküsü Hakkında Bilgiler:

Türkünün Dili: Türkçe

Türkünün Yöresi: Erzincan

Türkünün Konusu: Ölüm

Kaynak Kişi - Derleyen: Mustafa UÇAR - Merdan GÜVEN

Yayımlayan - Yayın Organı: Mustafa UÇAR - Erzincan’da Giyim Kuşam

Yılı: 1993

Türkünün Hikayesi: Açın kapılar açın... Türküler geliyor. Bir bulut kaynadı Sivas elinden Ucu telli mektup geldi yarimden Karlı dağlar nice olur, nice olur. Karlı dağların sözü mü olur!...Türküler geliyor Sivas’tan... Türküler geliyor Konya’dan, Talas’tan... Bir yandan Kağızmanlı Hıfzı bir mağara gibi soluyor. Ötede Karacaoğlan gülüyor... Türküler geliyor her yandan Rumeli’den, Urfa’dan Van’dan... Türküler geliyor horon teperek. Türküler geliyor söğüt dallarıyla... İğde çiçekleri donanmış...Türküler geliyor katıla katıla gülerek... Türküler geliyor kana bulanmış, çenesini bıçaklar açmaz olmuş. Sonsuz bir feryat içinde insanın yüreğini söken, azdıran, kudurtan türküler geliyor. Açın kapıları açın türkülere... Yemen’den kara kahve geç gelir amma kara haber tez ulaşır. Ve bütün haberler gibi Yemen’e gidenlerin macerası da türkülerin sırtında gelir. Bir incecik yolu gider Yemen’e Ilgıt ılgıt kanım damlar çemene. Açın kapıları açın... Türküler geliyor... Erzurum’dan... Kars’tan.. Edirne’den... Türküler geliyor dört bir yandan... Ben türkülere sevdalıyım... Benim sevdam bir yanık türküde saklıdır... Anamın beşik sallarken söylediği ninniler yankılanır hâlâ kulaklarımda. Ninemin “Sen bir türkü kadar şirinsin” dediğini hatırlarım. Dedemin dere kenarında oturup “Yaylalar içinde Erzurum yayla; şehirler içinde Konya’dır Konya” diye söylediği ağıtlar silinmez şu küçücük gönül köşkümden... Ben yaylaların çocuğuyum. Ben bozkırların toprak kokusuna alışmışım... Lezzetlerin en güzelini bir çoban türküsünde tadarım... “Şairim; şiirin hasını ayak sesinden tanırım / Ne zaman bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım” der şair... Ben de ne zaman bir yayla türküsü duysam, kirpiklerim ıslanır.... Türkülerimizi seviyorum... Yakılan türküler, toprağı vatan kılan, her taşına, her suyuna bezenen efsanelerdir... Uğrunda dökülen kan kadar kutsaldır türkülerimiz... Her karış toprağına onun kokusu sinmiş, deresinden, tepesinden ses vermektedir türkülerimiz... Sevgilerimize, felaketlerimize, acılarımıza, umutlarımıza, sevinçlerimize yaktığımız türkülerimizdir bu toprağı vatan kılan... İşte bunlardan birinin hikâyesi: Olay Erzincan’ın Esesi köyünde geçer... Yeşilliklerle bezeli küçük ama şirin bir köydür Esesi... İnsanları çalışkan, bir o kadar da çilekeştir. Huzur ve sükun içerisinde bir hayat sürmektedir Esesi’deki insanlar... Kavgaları sadece geçim derdidir. Ama bu şirin köyün, afacan mı afacan bir oğlanı, nazlı mı nazlı küçük bir de kızı vardır. Günler haftaları, haftalar ayları, aylarda yılları kovalar... Zaman su misali akar gider... Oğlan koyun güder, ava gider, dağı taşı yol eder. Günler günleri, aylar ayları kovalar. Afacan oğlan mert, civan, yakışıklı bir delikanlı oluverir. Köyün nazlı kızı da bu arada halılar, kilimler dokumaya başlamış; al, al, tel, tel, güllerle, çiçeklerle süslü gergefler, mendiller işlemeye başlamıştır. Artık oğlan damat, kız da gelin olma çağına gelmiştir... Aynı yörenin insanı oldukları, birbirlerini görüp yakından tanıma fırsatı bulduklar için oğlan kıza, kız da oğlana çoktan meyletmiştir... Oğlan, babasını, annesini ve ablasını dünürcü gönderir. Kız tarafı “Biraz düşünelim, hele kızımızın da bir fikrini soralım. Acaba bu konu hakkında o ne düşünüyor? Biz birkaç güne kadar size haber ulaştırırız” diyerek misafirleri uğurlar. Kızın annesi oturup kızıyla konuşur ve kızın da oğlanda gönlü var diye babasına bildirir. Üç beş gün sonra dünürcüler tekrar gelir ve iki sevdalıyı nişanlarlar. Köyün bu sevdalı gençlerine, o yokluk yıllarında öyle güzel bir düğün yaparlar ki, etrafta bu düğünün güzelliğini, neşesini duymayan kalmaz. Namı dört bir yana ulaşır. Güzel ve mutlu bir yuva kurarlar. Aradan hayli zaman geçer. Ne var ki, bu büyük sevdayla birleşen çiftin, bir türlü çocukları olmaz. Aralarındaki o büyük sevda, gün be gün eriyip gider... Aralarında zamanla büyük tatsızlıklar meydana gelmeye başlar... Olmaz değil, hemen hemen her karı koca arasında böyle tatsızlıklar, kırgınlıklar olur. Ama, bu iki eski sevdalının tartışmaları daha başkadır. Her geçen gün aralarındaki ilişki kötüye gider. Öyle ki, birbirlerine söyledikleri laflar yenilir yutulur değildir. İşte yine böyle tartıştıkları günlerden birinde, bir zamanların o güzel gelini, sinirlerine hakim olamaz ve kör şeytana uyup kocasını öldürür. Ama eşini kendisinin öldürdüğünü gizler. Ölümüne, kaza süsü verir. Dağ gibi yiğidi toprağa verirler. Yalnız, yörede bu yiğidin ölümünün şüpheli olduğu söylenir durur. Kimse inanmak istemez, bir vakitler dillere destan bir düğünle evlenen civan delikanlının bu acı ölümüne. Arkadaşlarını bu kadar erken ve böylesine talihsiz bir şekilde kara toprağa girmesine çok üzülen can yoldaşlarından biri, sonu acı biten bu sevdaya bir türkü yakar. Oturduğu yayla yamacında, yanık ve içli sesiyle, dağa taşa söylediği türkü işte bu türküdür

Türkünün Sözleri:

Taşa verdim yanımı
Toprak emdi kanımı
Azrail’e can vermezdim
Canan aldı canımı

Elinde altın şamdan
Kız perdeyi kaldır camdan
Al hançeri, vur beni
Ben usandım bu candan.
Dağları duman aldı
Gül dibini har aldı
Azrail’e borçlu kaldım
Bir canım vardı, yar aldı.


Türkü:

Copyright © 2023 Tüm hakları saklıdır.